Biden Dış Politikası’nın Öncelikleri ve Küresel İttifakların Onarımı

 

Ali Çınar*, İstanbul Aydın Üniversitesi

Selma Bardakcı**, Atlas Corps Fellow

Demokrat Başkan Biden ile birlikte; demokrasiyi, diplomasiyi, çok taraflılığı ve ittifakların yeniden onarımını dış politikanın merkezine alan Amerika, Trump’ın “Önce Amerika” yaklaşımının müttefikleri arasında sebep olduğu endişeleri gidermek ve ittifakları sağlamlaştırmak adına uluslararası platformlarda erozyona uğrayan Amerikan imajını düzeltmeye çalışıyor. “Amerika geri döndü.” söylemini özellikle uluslararası toplumun yakından takip ettiği organizasyonlarda sıklıkça vurgulayan Başkan Biden, ilk icraatleri arasında yer alan Paris İklim Anlaşması’na yeniden dahil olunması ile birlikte Amerika’nın uluslararası sorumluluk gerektiren küresel meselelerde öncülük yapacağını ve küresel liderlik yarışına geri döndüğünü göstermiş oldu.

Başkan Biden’ın New York’ta 2019 yılında bir üniversitede yaptığı konuşmada “Bana göre dış politika iç politika, iç politika da dış politikadır. Bunlar birbirleriyle derinden bağlantılıdır.” diyerek ABD’nin güvenliğinin doğrudan “birbirleriyle çalışan, olabilecek en güçlü ortaklar ve ittifaklar ağına sahip olma”ya bağlı olduğunu ifade etmişti. Başkan Biden, bilhassa Ulusal Güvenlik ve Dış Politika ekibinin neredeyse tamamının Başkan Obama döneminden oluşmasından dolayı geçmiş dönemde yapılan hataları çok iyi biliyor. Aynı şekilde Kovid-19 salgını ile beraber Ortadoğu dahil birçok bölgede artık farklı dinamiklerin ortaya çıktığının da farkında. Bu kapsamda en son Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın Amerika’nın dış politika önceliklerinden bahsederken “Askeri darbelere karşıyız, küresel anlamda demokrasiyi teşvik edeceğiz.” demesi çok dikkate değer bir açıklamadır. Zira Türkiye dahil birçok ülkede, ABD’nin istemediği yönetimleri farklı metodlarla devirmeye çalıştığı algısı dünya kamuoyuna yerleşmiştir. Bakan Blinken, Afganistan ve Orta Doğu’da bile artık kalıcı bir barış inşa etmenin askeri güçten daha önemli olduğunun da altını çizdi.

Biden, Avrupa’dan beklentilerini ve Avrupa ile transatlantik ilişkilerin güçlendirilmesi konusunda oluşturmak istediği ajandaya dair görüşlerini göreve geldiği günden beri ilk defa Almanya Başbakanı Merkel, Fransa Cumhurbaşkanı Macron, İngiltere Başbakanı Boris Johnson, NATO Genel Sekreteri, Avrupa Komisyonu Başkanı, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, Avrupa Konseyi Başkanı gibi liderlerin de çevrimiçi katıldığı Münih Güvenlik Zirvesi’nde ifade etme fırsatı buldu. Amerika’nın küresel tehditlere karşı NATO ve müttefikleriyle beraber hareket etmekteki kararlılığına vurgu yapan Biden, Avrupa’nın savunma alanında gelişen askeri kapasitesi ve yük paylaşımı konularında yaptığı yatırımlardan duyduğu memnuniyeti dile getirdi.

Zirvede öne çıkan ve Biden’ın ajandasında yer alan önemli başlıklardan biri de, küresel sistemdeki pek çok farklı aktörün özellikle son zamanlarda Avrupa’nın ve NATO’nun ilişkilerini yeniden gözden geçirmekte olduğu Çin’di. Çin ile uzun vadeli stratejik rekabeti vurgulayan Biden, dış politikada demokrasinin önemli bir bileşen olduğu yaklaşımından hareketle de Çin ve Rusya üzerinden demokrasiler ve otokrasiler arasındaki mücadeleye dikkat çekti. Çin meselesi Biden yönetiminin ulusal güvenlik açısından önceliklendirdiği bir konu olarak giderek ön plana çıkıyor. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi’ndeki en geniş ekibin Hint – Pasifik direktörlüğünde olması Çin’in tehdit olarak algılandığını ve bölgenin Amerika için artan önemini gösteren bir tercih. Bu kapsamda, ABD’nin dış politikasında önceliğin Çin olduğunu görüyoruz. Zira Blinken de, Çin’in ABD ile ilişkilerini “21. yüzyılın en büyük jeopolitik imtihanı” olarak tanımlamıştı. Savunma Bakanı Lloyd Austin ile Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in ilk yurtdışı gezilerini Japonya ve Güney Kore’ye yapacak olması aslında Asya – Pasifik’e ne kadar önem verdiklerini de gösteriyor. Çin’e bir gözdağı olması beklenen ilk seyahat, ABD’nin “meydanı boş bırakmayacağız.” mesajı olarak da algılanabilir.

Münih Güvenlik Zirvesi’ne geri dönecek olursak zirvede ortaya çıkan genel tablo, uluslararası sistemin başat aktörlerinin Amerika’nın oyuna dönmesiyle birlikte birbirlerinden beklentilerini dile getirmek ve bu beklentilerin ne kadar uyuşup uyuşmadığı konusunda bir yargıya varmaktı. Biden’ın iç politikadaki demokrasi ve birleştiricilik üzerine inşa etmek istediği söylemi dış politikada da uygulamaya çalıştığını görmekteyiz. Özellikle Biden’ın batı ittifakını ortak değerler ve demokrasi temelinde, varolan tehditlere karşı ortak hareket etme, bir olma çağrısı batı müttefiki içerisinde yaşanan görüş ayrılıklarına bir gönderme şeklinde de düşünülebilir.

Çin ile mücadele şekli ve NATO’nun yeniden yapılandırılması, güçlendirilmesi noktasında Macron ve Merkel ile yaşanan görüş ayrılıklarının giderilmesi ve Avrupalı liderlerin ortak çözümler noktasında ikna edilmesi konusunda, Biden’ın bu söylemlerini fırsat bulduğu her platformda dillendireceği beklenmektedir. Avrupa’nın buradaki tutumu da transatlantik ilişkilerin geleceği açısından belirleyici olacaktır. Keza “stratejik otonomi”, bağımsız Avrupa, ABD – Çin ticari savaşları arasında kalmak istemeyen Avrupa gibi konu başlıklarının daha fazla derinleştirileceği bir gündem bizleri bekliyor.

NATO 2030 planı kapsamında ittifakın yeniden yapılandırılması ve güçlendirilmesi, pandemi ile mücadelede toplumsal sağlık politikaları, yıkıcı teknolojik gelişmeler, Çin’in yükselişi, Rusya tehdidi, iklim değişikliği, küresel terör, demokrasilerin desteklenmesi, küresel tedarik zincirlerinin yeniden şekillendirilmesi konularında Amerika’nın Avrupa ile uyum içerisinde çalışma isteği ve özellikle Avrupa Birliği’nin önemli aktörlerinden Almanya ve Fransa’nın bu konularla ilgili yaklaşımları konuların gidişhatı açısından da belirleyici olacaktır.

Çok kutuplu, güç dengelerinin ve ittifaklarının değişen ortak çıkar ve tehditler karşısında yeniden şekillendiği, teknoloji üretiminin devletlerin ulusal güvenlik politikalarının şekillenmesinde kritik bir yer tuttuğu, küreselleşmenin farklı bir boyutunu yaşadığımız bir uluslararası sistemin içerisindeyiz. Covid – 19 ile birlikte güvenliğin dar ve sadece askeri anlamda tartışıldığı bir dönemden, çok daha geniş anlamda tanımlanacağı; toplumsal sağlığın, gıda güvenliğinin, iklim krizinin ülkelerin ulusal güvenlik ve çıkarlarıyla birebir ilgili konular haline geldiği bu yeni dönemde Münih Güvenlik Zirvesi’nde de vurgulandığı üzere küresel ittifakların, transatlantik ilişkilerin, uluslararası dayanışmanın önemi giderek artıyor. Pandemi, iklim krizi, nükleer silahsızlanma, mülteci krizi gibi küresel meseleler devletlerin tek olarak korumacı ve milliyetçi politikalarıyla değil uluslararası iş birliği, yük paylaşımı ve ortak dayanışma içerisinde üretecekleri politikalar aracılığıyla ancak çözüme kavuşabileceği vizyonu üzerinde tüm aktörlerin uzlaşması daha da önemli hale geliyor.

Tüm bu uluslararası değişen dinamikler içerisinde Beyaz Saray yönetiminin geçtiğimiz günlerde açıkladığı geçici ulusal güvenlik strateji belgesinde, ABD’nin en güçlü askeri varlığının Pasifik bölgesi ve Avrupa’da olacağına dikkat çeken açıklamalarını görüyoruz. Çin ve Rusya’nın ABD’yi tehdit eder boyuta gelmesinden, iklim değişikliğine, yükselen ırkçılığa, teknolojik değişimlere kadar birçok konunun ABD için büyük sorun teşkil ettiği belgede aktarılıyor. ABD’nin uluslararası sistemin geleceğini şekillendirmesi gerektiğine işaret edilen belgede, ittifaklara büyük vurgu var. Zaten Başkan Biden’in gelir gelmez Paris İklim Anlaşması’na dönmesi, Dünya Sağlık Örgütü’ne tekrar üye olunması ve “ABD geri döndü.” mesajı Biden’ın müttefiklerle iş birliği içerisinde bir dış politika seyredeceğinin ipuçlarını veriyor. Belgede beklenildiği gibi ABD’nin Orta Doğu’da İsrail’in güvenliğine büyük önem verdiği, İran’ın başka ülkelerin egemenlik ve toprak bütünlüğüne yönelik tehditlerinin caydırılacağı ve terörle mücadeleye devam edileceğinin altı çiziliyor. Savunma bütçesindeki açıkların kapatılacağı ve ordunun ileri teknolojiyi en üst düzeyde kullanması için Kongre ile uyumlu bir çalışma içerisinde olacakları da belirtiliyor.

Amerikan dış politikasının müttefiklerle birlikte şekilleneceği ve transatlantik ilişkilerin ön plana çıkacağı bu dönem Türk – Amerikan İlişkileri açısından da varolan olan zorlukların ve geleneksel iş birliği alanları olan Ortadoğu’da IŞID ile mücadele, NATO bünyesinde Afganistan’da barış ve istikrarın tesisi ki Blinken’in Afgan liderlere gönderdiği mektupta Türkiye’den ev sahipliği istenmesi konusu ilişkiler açısından önemli, Rusya tehdidine karşı Karadeniz’in güvenliği, İran ile müzakerelerde kolaylaştırıcılığın yanı sıra yeni tehditlere karşı yeni ortaklıkların kurulabileceği fırsatları da barındırıyor. Tüm bu fırsatların değerlendirilmesi için ise karşılıklı güvenin, anlayışın, ve samimiyetin üst düzeyde ve kurumlar arasında yeniden tesis edilmesi gerekiyor.

Ancak Başkan Biden görev geldiğinden beri henüz Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirmedi. Sadece Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ile Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ve Dışişleri Bakanları Antony Blinken ile Mevlüt Çavuşoğlu arasında ilgili görüşmeler gerçekleşti. Başkan Biden artık ikinci telefon turlarına bazı devlet başkanları ile başlamış iken, Türkiye’yi hala aramaması birçok spekülasyonu da beraberinde getirdi. Öncelikle Başkan Biden yoğun olarak iç politika ve pandemi ile mücadele meselelerine ağırlık vermiş durumda. Birçok ülke gibi Türkiye de Biden’in öncelikleri arasında değil. Ancak Başkan Biden, Türkiye’yi çok iyi tanıyan ve Obama’nın yardımcısı iken Türkiye’yi 4 kere ziyaret etmiş bir lider. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile birçok kez bir araya gelmiş bir isim olarak da biliyoruz. Şu anda Türk – Amerikan ilişkilerinde yaşanan en önemli sıkıntı güven sorunudur. İki NATO müttefiki ülke birbirine güvenmemektedir. Bilhassa YPG-PKK, S400/F35, Suriye, Türkiye’deki insan hakları konuları ile ilgili çekinceler ilk akla gelen gündem maddeleri diyebiliriz. Başkan Biden’in kampanya döneminde Türkiye aleyhine söylediği sözler, Türkiye’nin Rusya’ya askeri anlamda daha yakınlaşması da ilişkide gerginliğe sebep olan etkenlerdendir. Ancak, Türk – Amerikan ilişkilerinin çok boyutlu doğası da unutulmamalıdır. Güvenlik meselesi iki ülke ilişkilerinin omurgasını oluştursa da ticaret, eğitim, kültür, enerji ve teknoloji alanında ortak inovatif iş birlikleri fırsatları olarak iki ülkenin ajandasında yer almaktadır.

Amerika’dan Türkiye’ye bakış konusunda ise, Kongre üyelerinin son bir ayda Türkiye aleyhine üç farklı mektubu Beyaz Saray yönetimine yollarken, 86 Türk dostluk grubu üyesi Kongre üyelerinden de bu mektuplara imza atanlar oldu. Gün geçtikçe başkent Washington D.C’de olumsuz Türkiye algısı artıyor ve tabi burada karşıt Türk gruplarının da ortak hareket etmesinin bir parça payı var. Burada yapılması gereken güven sorununun düzeltilmesi ve sağlıklı diyalogun başlatılmasıdır. Türkiye’nin Rusya ve İran’a daha da yakınlaşması ne ABD’nin ne de diğer batılı ülkelerin işine gelmez. NATO ittifakı içinde sorunların çözülmesi ve Türkiye’nin her alanda geçmişte olduğu gibi ABD ile yakından çalışması yerinde olacaktır. Bu kapsamda, Avrupa Birliği ile yakın ilişkiler, Asya – Pasifik coğrafyasıyla çok boyutlu ilişkilerini geliştiren Türkiye Amerika’nın önemli bir müttefiği olmaya devam edecektir.

*Ali Çınar, İstanbul Aydın Üniversitesi’nde Öğretim Görevlisi ve Türk-ABD ilişkileri Uzmanıdır. ABD Kongresi Dış İlişkiler Komitesi’nde iki defa konuşmacı olarak yer almakla beraber, 2019 Ellis Adası Şeref Madalyası sahibidir.

**Selma Bardakcı, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın desteklediği Atlas Corps Liderlik Programı Fellow’u, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu Asya Pasifik Bölgesi İş Konseyleri Koordinatörüdür.