Ressam Burçin Gökçen: “Sanatın Tüm Disiplinleri Ayrı Bir Lunapark”

İSTANBUL- İstanbul’da sanat ve halkla ilişkiler üzerine çalışan genç ressam Burçin Gökçen, Ali Çınar’ın sorularını yanıtladı. Burçin Gökçen hem sanat dünyasında yaptığı çalışmalar ve projelerini Turkish Journal’a anlattı.

 

 

-Kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema-TV bölümünde lisansımı, iletişim ve tanıtım bölümünde de yüksek lisansımı tamamladım. Çok küçük yaştan itibaren kafama koyduğum bir şeydi iletişim okumak. Şanslıydım, doğru zamanda doğru bir karar vermişim. Mesleğiniz ne olursa olsun iletişimin, hayatın her anında büyük yere sahip olduğunu düşünüyorum.

-Resim yapmaya ne zaman basladiniz? Sergileriniz nerelerde oldu?

Çok ilginçtir, çocukluğumda resim yapmadan geçen tek bir günümü hatırlamıyorum. Önümde bir resim kağıdı olmasına da gerek yoktu. Perdeler, sehpalar, duvarlar, koltuklar, pencereler, annemin-babamın önemli kitapları. Her yer ve her sey benim için resim yapılacak alanlardı. Tüm bu mekan tanımayan hayal gücüm ve yaramazlıklarıma rağmen ailem en büyük destekçim oldu.

Lise ve ortaokul yıllarında katılmadığım resim yarışması hatırlamıyorum. Dereceler, ödüller, bir Amerikan Firmasının (Cargill) 2001 yılı takvimine resmimi layık görmesi, motivasyonumu çok etkiledi.

Resim eğitimi almadım çünkü hayatım boyunca zaten gerçek işimin hep resim yapmak olduğunu düşünerek hareket ettim. Bu yüzden iletişimi seçerek iki disiplini bir arada yürütüp beslendim.

Pandemi süreci de benim için çok verimli geçti. Kurumsal hayat yavaşlayınca kendimi tuvallerin arasında daha fazla zaman geçirirken buldum. İstanbul’da dört karma sergiye katıldım. Mekanlar için duvar resimleri yapmaya devam ettim. Siparişlerime zaman ayırdım.

-Tarzınızı nasıl anlatırsınız, ne tür resimler yapıyorsunuz? Esin kaynaklarınız nelerdir?

Kendimi bir tarzla sınırlamaktan hoşlanmıyorum ancak sembolizm ve sürrealizm kendime yakın bulduğum akımlar. Deniz canlıları, kadın, doğa, müzik, rüyalar ve kaos beslendiğim konular. Renkleri kullanmaktan vazgeçemiyorum. Resimlerimdeki en göze çarpan özellik bu renkler.

Biraz mesafeli ama muzip, tekil gibi ama çoğulcu, rengarenk ama bazen donuk diyebilirim. Lisans tezimi David Lynch ve Film Noir üzerine yazmıştım. Lynch, filmlerini anlatmaktan hoşlanmaz, izleyici çözmek zorundadır ya da değildir. Ben de resimlerimi seyredene bırakıyorum. Canı nasıl isterse, nasıl anlamak isterse ve ne hissediyorsa benim resmim ona bürünür, artık onundur.

-Yurtdışında Türk sanatının daha iyi anıtılması için neler yapılmalı?

Türkiye’de henüz adı duyulmamış çok yetenekli insanlar var. Farklı koleksiyonlar oluşturulurken, bu yetenekler mutlaka dahil edilmeli. Bu kişilere ulaşılmalı. Yalnızca hepimizin bildiği, tanıdığımız, düzenli olarak yurtdışında sergi açan sanatçılar dışında yeni sanatçılara yer verilmesi önemli bir konu. Galerilerin bu konuya daha fazla kafa yormaları gerektiğini düşünüyorum.

 -İleride planladığınız hedefler nelerdir?

“planlamak” sanıyorum pek bana göre değil. Yoldayım, yaşıyorum, üretiyorum ve bundan müthiş keyif alıyorum. Picasso’nun bakış açıma uyan, sevdiğim bir sözü var. Hiç bir zaman aramayı durduramazsınız, çünkü hiç bir zaman bulamazsınız.” der. Resim yapmaktan vazgeçmeyeceğimi biliyorum. Gerisi sürpriz. İçimde bitmek bilmeyen bir merak duygusu var, bekliyorum.

-Son eklemek istedikleriniz?

Sanatın tüm disiplinleri ayrı bir lunapark. Üretenden, üretilenden korkmamalı, desteklenmeli. Her hikayeye saygı duymamız gerekiyor.